Kalp Kirmak...
--------------------------------------------------------------------------------
DENİR ki Peygamberimizin amcasının oğlu Hz. Abdullah (RA) Kábe'yi tavaf ederken şöyle dermiş:
"Ey muhteşem Kábe! Senin Allah'ın katındaki değerini iyi bilirim. Fakat bence bir müminin gönlünü bir defa yıkmak, seni yedi defa yıkmaktan daha zordur."
Belki Hz. Abdullah'ın kastettiği gönül, kámil bir müminin gönlüdür. Benliğinden sıyrılmış, nefsini terbiye etmiş, kalbini Allah'la doldurmuş bir gönüldür. Böyle gönül sahipleri elbette çok azdır. Ama belki de Hz. Abdullah'ın kastettiği her iman eden gönüldür. Hz. Mevláná bu muhteşem bakışı şöyle dile getiriyor:
"Bir gönül yapmak hacc-ı ekberdir (büyük hacdır). Kábe, Azer oğlu Halil'in (Hz. İbrahim) yaptığı bir binadır. Hakiki Kábe olan insan kalbi ise Allah'ın binası ve nazargáhıdır (önemsediğidir)."
* * *
Aslında Hz. Abdullah'ı da, Hz. Mevláná'yı da bu noktaya taşıyan Hz. Peygamber'in tavrıdır. Mekke'nin fethedildiği gün, eski köle olan siyahi Hz. Bilal'i Kábe'nin üzerine çıkartıp ezan okutarak müşrik Mekkelileri dehşete düşürmüştü.
Bu bir tabunun yıkılışıydı ama aynı zamanda insanın yüce Allah'a yönelişinde merkez ilan edilen Kábe'ye gerçek statüsünün kazandırılmasıydı da. İnsanı ve temiz bir yürekle Allah'a yönelişi esas olan bu dinin insanlığa anlatacağı çok şey vardır. Yeter ki biz bu berrak görüntüyü boş şeylerle belirsiz hale getirmeyelim.
Genç biri Kábe'yi tavaf ederken sadece "ente, ente = sen, sen" dermiş. Tavaf esnasında okunması gereken duaları okumuyormuş. Mısırlı Zünnun buna dikkat etti ve genci uyarıp şöyle dedi: "Neden başka dualar okumuyorsun. Bilmiyor musun? Tavafın kendi duaları vardır." Mısırlı Zünnun'u dinleyen delikanlı şöyle cevap verdi: "Benim başka bir şey hatırlamaya, söylemeye imkánım yoktur. Belki gücüm de yetmez, söyler misin bana, bundan başka ne söyleyim ki! Sadece O vardır, başkasına imkán yok ki, başka söz var mı ki."
Yüce Allah'ı doğru bilmek. O'nu sıfat ve isimleriyle doğru tanımak... Eşyanın, káinatın dış görünüşünden sıyrılıp tevhidi doğru kavramak, yani Allah'ı dost bilmek... Sanıyorum çoğumuzun dininde eksik olan bir noktadır. Hz. İbrahim'i Nemrud'un ateşinde yakmayan bu dostluktur.
Yoksa ateşin doğasında vardır yakmak. Yakmazsa ateş olmaz, işte ateşi ateş olmaktan çıkartan şey, ateşin sahibiyle yakınlık kurmaktır; zira o, sadece o istemeyince ateş yakmaz.
Sırat köprüsünün üzerinden müminler geçerken altında alev alev yanan cehennemin şöyle haykırdığını Peygamber Efendimiz (SAV) anlatıyor:
"Ey mümin, hadi çabuk geç. Yoksa senin nurun beni söndürüyor."
Olan şey aynı değil mi? Ha Nemrud'un ateşini söndüren Hz. İbrahim'in dostluğu, ha cehennem ateşini zedeleyen müminin imanı.
* * *
Hz. İbrahim'i yakacak olan ateşe, "Ey ateş! İbrahim için zarar vermeyen bir soğukluğa dönüş" emri acaba kámil bir Müslüman için gerçekleşebilir mi?
Ateşin yakmaması, her iman eden için mümkün olabilir mi acaba? Bunun cevabı yazının başından beri anlatmaya çabaladığımız "kámil bir mümin gönlüne" sahip olmakla mümkün olabilir ancak.
Allah'la dolu, Allah'ın isim ve sıfatlarının tecellisiyle dopdolu, Allah'a dost olan bir kalbi hangi ateş yakabilir! Hz. İbrahim'in karşısında Nemrud vardı, bizim karşımızda ise şeytan veya şeytanlaşmış olan nefis vardır.
Allah'a dost olan Hz. İbrahim, Nemrud'un dünya ateşinden kurtuldu; Allah'a dost olan bir müminin vücudu da şeytanın girelim diye tasarladığı cehennem ateşinden kurtarır.