Taktı mı takanların hastalığı : Takıntı
--------------------------------------------------------------------------------
Kimi sürekli elini yıkıyor, kimi apartman katlarını saymadan kendini alamıyor. Kimi de abdestinin bozulduğu endişesiyle tekrar tekrar abdest alıyor. Anlayacağınız, ekonomik ve sosyal sorunlara kafayı takmanın yanında ‘takıntı’ hastalığımız da var.
“Camide, Kur’an okurken, dua ederken ve namaz kıldırırken aklıma sık sık abdestimin bozulduğu şüphesi takılıyor. İmanla ilgili şeyler de geliyor. Tekrar tekrar abdest alıyor, namaz kılıyorum. Bazen öyle bir hâl alıyor ki, bir vakit namaz için belki günde 20 defa abdest alıyorum. Binlerce kez tövbe ediyorum.” Bu sözler, 50 yaşlarında bir kasaba imamına ait. Artık çekilmez hâle gelen durumundan şikayetçi olan ve çareyi psikiyatra gitmekte bulan imam aslında bir ‘takıntı’ hastası. Anlayacağınız, ekonomik ve sosyal sorunlara kafayı takmanın yanında ‘takıntı’ hastalığımız da var.
Dış kapının kilitli olup olmadığını, ütünün fişini çekip çekmediğini, ocağın altını kapatıp kapatmadığını bir iki kez kontrol eden ve aklına kötü bir düşünce geldiğinde bu düşünceden kurtulmak için tahtalara vuran kişilere sıkça rastlarız. Böyle davranışları olan herkes hasta kabul edilmiyor elbette. Hastalıktan söz edilebilmesi için takıntılı düşüncelerin ve bunların sebep olduğu kaygıyı gidermeye yönelik davranışların aşırı derecede olması, kişinin hayatını ciddi anlamda etkilemesi gerekiyor. Nasıl mı? Temizlik kaygısıyla günün büyük bölümünü banyoda geçirenler, eşyaların yamuk durmasından rahatsızlık duyanlar, kaldırım taşlarındaki çizgilere basmadan yürüyemeyenler, konuşurken ağzımdan kötü bir söz çıkar mı diye çekinenler, dünya ve evrenin yaratılışı hakkında ardı arkası kesilmeyen sorular sormaktan kendini alamayanlar...
Günde iki kalıp sabun
Ruh ve Sinir Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Mustafa Orhan Öztürk, kişilerin tekrar tekrar aynı şeyleri yapmasına sebep olan bu hastalığın tıbben obsesif-kompulsif bozukluk (OKB) şeklinde adlandırıldığını söylüyor. Hastalığın “saplantı (takıntı) ve zorlantı” olmak üzere iki ana belirtisi olduğunu anlatan Öztürk, takıntıyı, “irade dışı olan, bireyi tedirgin eden, bilinçli çaba ile kovulamayan düşünceler” olarak tanımlıyor. Zorlantıyı ise şöyle tarif ediyor: “Kişinin aklına gelen bu düşüncelerinden kurtulmak için yaptığı ve sık sık yinelediği davranışlardır. Örneğin temiz olduğunu bildiği halde kişinin, bir şeye dokunduğunda elinin kirlendiğini düşünmesi takıntı. Böyle düşünerek elini tutkulu bir şekilde tekrar tekrar yıkaması ise zorlantıdır.”
Öztürk, bazı hastaların günde bir iki kalıp sabunu bile bitirebildiğine, hatta çok yıkamaktan ellerinin yara olduğuna dikkat çekiyor. İnsanda, sadece temizliğe yönelik takıntılar bulunmuyor. Başkalarına, özellikle de yakınlarına zarar verebileceği düşüncesi, kendisinin ya da yakınlarının başına kötü bir şey gelebileceği endişesi, bir şeyi yanlış ya da eksik yapmaktan şüphe etme, rahatsız edici dinî düşünceler gibi birçok takıntı şekli sıralanıyor. Takıntılar (obsesyonlar), kişide bunaltı meydana getirirken, zorlantılar (kompulsif) bunaltıyı kısa bir süre de olsa geçiriyor. Bazen de bu tür davranışlar, günün büyük bir bölümünü olumsuz etkiliyor; iş-okul başarısını düşürebiliyor, sosyal ilişkileri bozabiliyor.
Her 30 kişiden biri saplantılı
Halk arasında vesvese, evham gibi bildiğimiz şeylerin dışında gelişen ve batıl inançlardan farklı olan bu tip davranışları gösteren kişi sayısının gün geçtikçe arttığı da vurgulanıyor. Genel olarak toplumda her 30 kişiden birinde OKB görülebiliyor. Türkiye Ruh Sağlığı profili araştırmasına göre, 12 aylık bir süre içerisinde sağlık ocaklarına başvuran hastalar arasında toplam ‘takıntı-zorlantı’ hastalığı oranı binde 5. Bunun, binde 6’sını kadınlar, binde 2’sini ise erkekler oluşturuyor. Yani, kadınlar risk grubunda.
Diğer yandan, kişilerin yaşadıkları durumu bir hastalık olarak görmemeleri ya da yoğun sıkıntı ve bunaltı uyandıran obsesif düşünceleri saçma, anlamsız, bazen de utanç verici bulmaları ve doktora açılmaktan çekinmeleri, vakaların görülme sıklığının daha fazla olabileceği tahminlerini beraberinde getiriyor.
Düşünün ama yapmayın
Özel Fatih Üniversitesi Hastanesi Psikayatri Uzmanı Dr. Gökçe Silsüpür toplumda bu hastalığın hayli yaygın olduğunu ifade ederken bu sıklığın kendilerine gelen hasta sayısından daha fazla olduğu gerçeğini yineliyor: “Çünkü, bu hastaların çoğu doktora gitmeyi pek tercih etmiyor, uzunca bir süre bu düşünce ve davranışlarının saçma olduğuna inanıyor. Rahatsızlıktır ve tedavi edilebilir düşüncesini taşımıyorlar. Tuhaf buldukları hareketlerinin, yalnızca kendilerinin başına gelmiş bir durum olduğunu zannediyor ve bunu biriyle paylaşmak onlara pek kolay gelmiyor.”
Psikiyatrik bir rahatsızlığa sahip olmayı kabullenmeme düşüncesinin de bunda etkili olduğunu belirten Silsüpür, kişilerin ‘düşündüğü veya aklından geçirdiği şeyleri yapmış gibi hissediyor olmasını’ da buna ekliyor. “Bu tip hastalar, düşüncelerinden dolayı yadırganıp yargılanacağını, suçlanacağını ve ayıplanacağını düşündükleri için doktora gelmiyor.” diyen Silsüpür, hastalara “Düşünmekten korkmayın. Düşünmek yapmak anlamına gelmez.” çağrısında bulunuyor.
Psikoterapi önemli
Psikiyatrik hastalıklar arasında yer alan ve bazı uzmanlara göre, ‘en acı veren psikiyatrik rahatsızlık’ olarak ifade edilen takıntı hastalığı, yaşamın her döneminde kişilerin karşısına çıkabiliyor. Kişi tarafından tanımlanmadıkça hastalığın, muayenelerde tanınması hemen hemen imkansız görülüyor. İşte bu noktada, hastalarla yaşayan kişilere çok iş düşüyor. Uzmanlar, hasta yakınlarını, ‘belirtilerin saçma-anlamsız olduğunu ifade ederek ikna yoluna gitmenin’ sakıncaları konusunda uyarıyor.
Ruh ve sinir hastalıkları uzmanı Dr. Kemal Şahin, “Hastalar, zaten bu düşünce ve davranışın saçma olduğunu biliyor. Davranış tedavisinde amaç takıntılı düşünceleri ortadan kaldırmak değil, hastanın bu düşüncelerine barışık yaşamasını sağlamak.” diyor. Şahin, bir de örnek veriyor: “Çöp bidonunun yanından geçerken eline kir bulaştığını düşünerek defalarca elini yıkayan bir hastaya ‘hayır kir bulaşmadı’ demek yerine ‘eline kir bulaşıp bulaşmadığına karar vermek için çaba harcamalısın, kir bulaştığını kabul etsen bile elini tekrar tekrar yıkamamak için direnmelisin’ düşüncesinin aşılanması gerekir.”
Prof. Dr. M. Orhan Öztürk ise bu hastalığın kişiye acı veren inatçı, zor bir rahatsızlık olduğunu belirtiyor. Tedavisi için uzun ve sürekli bir mücadele gerektiğinin altını çizerken de ekliyor: “Yalnızca ilaçlarla tedavi edilmeye çalışılırsa çok da olumlu sonuç vermeyebilir. İlaçlarla birlikte hastanın psikoterapi görmesi gerekiyor. İlacı bıraktıktan sonra hastalık yineleyebilir; o yüzden psikoterapi bu hastalık için oldukça önem taşıyor.” Yine, Öztürk’e göre, tedavide iyi gelen şeylerden biri de “meşgul olmak” çünkü bu tür takıntılar boş zamanlarında daha çok geliyor. Kişi, meşgul olduğunda bu takıntılar daha da azalıyor.
İnce eleyip sık dokuyan, kılı kırk yaranlar dikkat!
Saplantı-zorlantı bozukluğu daha çok küçük yaşlarda başlıyor; ancak 18-25 yaşlarında yoğunlaşıyor. OKB hastalığının bilinen tek bir nedeni yok. Kesin bilinmemekle birlikte hem biyolojik hem de psikolojik nedenleri olabileceği söyleniyor. OKB’ye yol açan bir gen bulunamamış ama hastalığın sık görülüyor olması genetik yatkınlığı akla getiriyor. Beyinde kimyasal haberci görevi üstlenen serotonin seviyesinde düşmenin bu hastalığa neden olduğu belirtiliyor.
Sorumluluk duygusu yüksek olan, çabuk endişeye kapılan, gergin, içe dönük, karamsar, aşırı titiz, mükemmeliyetçi, kontrollü, kuralcı, ayrıntıcı ve kusursuzluk arayan kişilik yapısındakilerde daha fazla görülebiliyor. Prof. Dr.M.Orhan Öztürk, hastaları en iyi ‘ince eleyip sık dokumak’, ‘kılı kırk yarmak’, ‘dipsiz kiler, boş ambar’ deyimlerinin anlattığını aktarıyor.
Ebeveyn faktörü
Ankara Hukuk Fakültesi son sınıf öğrencisi Zeynep Çevikoğlu, bu hastalıktan mustarip olanlardan. Bir değil birçok takıntısı var. Ellerini sürekli yıkıyor, yamuk duran eşyalar onu rahatsız ediyor, kaldırım çizgilerine basmadan yürüyor... Eğer bu tür takıntılarını yerine getirmezse büyük bir bunaltı hissediyor. Zeynep, bu tür takıntılarının genetik olduğunu düşünüyor, bu takıntıların çoğu ve daha fazlası annesinde de görülüyor çünkü.
Temizlik takıntısından dolayı ders çalışırken her 5 dakikada bir elini yüzünü yıkayan Çevikoğlu, “Bu durumumdan rahatsızım ama hiç doktora gitmedim, kendi kendimin psikoloğu olmaya çalışıyorum” diyor. Dr. Kemal Şahin’in “Ebeveynler bir davranışı devamlı yaparlarsa bir müddet sonra çocuk da aynı davranışı uygular, çünkü bu tür davranışlar öğrenilmiş davranışlardır.” izahı, bu açıdan önemli olsa gerek.
Bu bilgiler ışığında takıntılarınızı gözden geçirin isterseniz. Ama, takıntı haline getirmeden...
İŞTE BİRÇOK TAKINTIMIZ
Temizlik: Saatlerce el yıkamak, banyo yapmak veya tekrar tekrar ev temizlemek.
Tekrarlama: Takıntılı düşünce ile oluşan sıkıntıyı gidermek için tekrarlayan davranışta bulunmak veya akıldan başka düşünceler geçirmek. Yakınlarının başına kötü birşey gelebileceğini düşünen bir hasta bunun olmaması için halen yapmakta olduğu davranışı ikinci kez yaparak bu düşünceden kurtulabilir.
Kontrol etme: Evine bir şey olacak veya yangın çıkacak korkusu ile kapıyı veya tüpün kapalı olup olmadığını tekrar tekrar kontrol etmek.
Biriktirme: İşe yaramayan birçok eşyayı biriktirmek. Örneğin bazı kişilerde yeterli yeri olmadığı halde gazeteler, boş kavanozlar veya konserve kutuları gibi işe yaramayan şeyleri atamama davranışı görülebilir. Hatta son birkaç yıl içerisinde gazetelere yansıyan çöplük evler buna en güzel örnek olarak değerlendiriliyor.
Sayma: Yolda yürürken kaldırım taşlarını saymak ve araba plakalarını okumak, günlük işleri yaparken belli sayılarda tekrar etmek. Kazağını üç kere giyip çıkarmak veya aynı yere beş kere gitmemek.
Tamamlama: Bu hastalar ise davranışı mükemmel olana kadar tekrar tekrar yaparlar. Örneğin kirlilik takıntısı olan bazı hastalar önce musluğu, lavaboyu ve sabunu yıkar (genelde belli sayıda), daha sonra elini belli sayıda yıkar ve sonra aynı işlemi tekrarlar.
Aşırı tertipli ve düzenli olma: Örneğin çalışma odasında her şeyin simetrik durması veya masanın üstündeki her şeyin belirli bir sıra ile dizilmesi gibi.
ÇOCUĞUMU ÖPERSEM BAŞINA BİŞEY GELİR Mİ?
Dr. Kemal Şahin, tedavi için gelen hastalarının ilginç takıntılarını şöyle anlatıyor:
“40 yaşlarında bir hastamız, televizyon izlerken tv kumandasını sert bir şekilde bırakırsa başına kötü bir şey geleceğini düşünüyor. Eğer, kumandayı elinden kaydırarak bırakırsa içi rahatlıyor. Diğer bir hastamız, eve gittiği zaman çocuğunu öperse, o gün çocuğunun başına kötü bir şey geleceğini zannediyor ve kendisini öpmeye çalışan çocuğundan sürekli kaçıyor.”
Yatağımı cetvelle düzeltiyorum
Adını vermek istemeyen bir hasta takıntısını şöyle anlatıyor: “Aşırı derecede simetri takıntım var. Yatağımı cetvelle ölçerek düzeltiyorum. Eğer isteğim ölçüde olmazsa çok büyük rahatsızlık ve huzursuzluk hissediyorum. Bu yüzden çoğu zaman okula geç kalıyorum ama yapmadan da kendimi alamıyorum.”
Sayı: 529 | Nursel Dilek